SARBAN AHMED
Doğum tarihi kesin olmamakla birlikte 1470'lerde Hayrabolu'da doğdu. Küçük yaşta okuma yazma öğrenerek tahsile başladı. Genç yaşında Hayrabolu'dan ayrılarak Yeniçeri Ocağı'nda 26. Orta'yı meydana getiren Deveci Ortası'na kaydoldu. Çalışkanlığı ve zekası sayesinde sarbanbaşılığa kadar yükseldi. Kanuni Sultan Süleyman'ın Irak seferine Sarbanbaşı olarak katıldığından bu lakapla tanındı. Sarbanbaşının anlamı devecibaşı, ordunun develi birliklerinin komutanı demektir. Irak seferine giden ordu Aksaray'a uğradı ve Sarban Ahmed Aksaray'da Pir Ali Sultan ile tanıştı. Pir Ali, Sarban Ahmed’de manevi bir kabiliyet görerek. “Dünyanın süsüne, âlâyişine gönül verme, sen dünya âlâkaları ile paslanmaya lâyık biri değilsin” diyerek onda gördüğü kabiliyeti açığa çıkarıyor ve ona dua ederek Rumeli’ye geri gönderiyor (muhtemelen askerlikten istifa ediyor) Memleketine dönmesi kısmı bazı kaynaklarda yanlış olarak Hayrabolu'ya sonradan Anadolu'dan gelerek yerleşen şair,veli.. denmektedir. Kanuni Sultan Süleyman, ordudan emekli olan Deve Kolları Komutanı için 1527'de dergah inşaası için ferman çıkardı. Çağının meşhur veli ve şairlerindendi. Hayrabolu halkından ve Hayrabolu'nun çevresinden her gün bir çok kişi şiirlerini dinlemek, nasihat istemek ve duasını almak için kendisini ziyarete gelirdi.
Oldukça geçimsiz hanımından neden boşanmadığını soranlara: "Dostlarım! Bizim böyle bir kadına tahammül etmemiz, sevenlerimize, halkımıza verdiğimiz bir derstir: maksat, çirkin huylu insanlarla da iyi geçinebilmeyi öğrenmektir" derdi.
1545 yılında Hayrabolu'da vefat etti. Ziyarete açık türbesi ilçemiz merkezindedir. Dergahı vefatından kısa bir süre sonra kapandı. 1888 yılında Sultan II.Abdulhamid'in fermanıyla tekrar açıldı ve bir süre daha faaliyetlerine devam etti.
Sarban-ı Ahmed üzerine yıllardır çalışmalarda bulunan Zeki Özkan, Sarban-ı Ahmed'e ait günümüz Türkçesine çevirdiği kitabında, Onun 193 gazeli, 6 mesnevisi, 3 kasidesi, 5 terci-i bendi, 4 murabbası, 2 tahmisi ve 2 müseddisi bulunduğunu belirtmektedir. Eserlerinde insan sevgisi, Allah aşkı, Peygamber sevgisi, gül, bülbül ve diken motifi, mizahi anlatım, fakirliği ile övünme, dünyaya önem vermeme gibi konuları işlemiştir.
SAKA ERİ HAYRABOLULU HÜSEYİN
(Çanakkale şehitlerimizin aziz hatırasına)TAK! Bir topuk selâmı, cılız.
Hayrabollu Hüseyin, emret kumandanım!
Hüseyin oğlum, kaç yaşındasın? diye sordu kumandan. Karşısında hazrola geçmiş kibrit çöpünden hallice delikanlıya. Delikanlı dediysek de, asker kaputunun içinde ha var ha yok gibiydi. Henüz bıyıkları bile bitmemiş, parlak yüzlü bir oğlancıktı aslında Hüseyin, Hayrabolu'lu Hüseyin..
-Onüçümden ay aldım kumandanım
-Küçüksün!
-Ama kumandanım askere ihtiyaç vardır..
-Çocuksun!
-Ama kuman...
-Sana silah emanet edemem. Seni cepheye süremem. Hüseyin, ağlamaklı oldu, gözleri doldu
-Lakin mühim bir vazife verebilirim. Seni Saka Eri yaptım Hüseyin. Bu bölüğün su ihtiyacını sen karşılayacaksın. Sana bir de katır verecekler. Eratı susuz koma. Koma ki; koşacak, hendek aşacak, fişenk atacak hâli dermanı kesilmesin.
-Emredersin kumandanım!
Kendisine silah emanet edilmeyen Hüseyin, alacakaranlıkta katırını alır yola çıkardı. En yakın köye varır, tahta damacanalarını su doldurur ve akşam karanlığında bölüğe taşırdı. Görevini hiç aksatmazdı. Aman erat susuzluktan yanıyordur şimdi der, hiçbir yerde oyalanmazdı.
İkinci Anafartalar taarruzundan sonra, ordu Anafarta Ovası'na ve tepelere yerleşmişti. Bu birlikler, kendilerine göre siperler kazıyorlar ve zaman zaman da İngilizler'in kısmî taarruzları karşısında, direnemeyip bu siperleri düşmana kaptırıyorlardı.
İşte böyle bir günün arifesinde Saka Hüseyin, sabahın alacakaranlığında katırı ile yola çıktı. Bigali Köyü'ne gidip, kuyulardan su çekecek, akşam karanlığında da, geri dönecekti.
Bir kaç saat sonra köye vardı. Kuyuyu bulup, damacanalarını silme doldurdu. Kuyunun başında bir miktar oyalanıp, günün batmasını bekledi. Hava alacalandı. Gün batmak üzereydi. Saka Hüseyin yola çıkmadan önce, her zaman yaptığı gibi katırının kulağına eğilerek: Deh! Büyük Anafarta Köyü'nün üstünden, Otuzbeşinci Piyade Alayı'nın bulunduğu siperlere! Katır önde, Hüseyin arkada yola çıktılar.
Hüseyin elinde bir değnek taşa çalıya çaktıra çaktıra giderken, bir de türkü tutturmuş:
Çeşmeye varmadın mı
Gül koydum almadın mı
Ben sevdadan ölüyom
Sen sevdalanmadın mı?
Hava iyice karardığında Hüseyin, alayın yakınlarına varmıştı. Varmıştı ama, o gün iş de iyice kızışmıştı. İngiliz topçusu, nefes aldırmadan siperlere bomba yağdırıyordu. Güllenin merminin sayısı belli değil. Saka Hüseyin siperlere yaklaşmanın imkânı olmadığını anlayınca katırıyla birlikte bir çukur bulup sindi. Saatler sonra bataryalar durdu. Makineli tüfekler sustu. Ses, duman, gümbürtü kıyamet kesildi.
Hüseyin çukurdan çıkıp katırı dehledi. Katır önde, o arkada, yollarına devam ettiler. "Bölük su bekler" diye iç geçirdi. Üstelik yaralılar da vardır şimdi. Onlar iki kere su bekler.
Ansızın bir ses karanlıkta kükredi. Hüseyin bu garip kelâmın ne olduğunu anlamadı ama, hiddetinden ve şiddetinden "dur" anlamına geldiğini anladı. Durdu. Birden iki yanında iki karaltı belirdi. Yine hiç duymadığı bir lisan ile bağırmaktaydılar. Saka Hüseyin vaziyeti farketti. Siperler el değiştirmişti. Burası artık Otuzbeşinci Piyade Alayının değil, bilmem kaçıncı düşman alayınındı. Auckland Taburu'nun Anzak devriyelerine yakalanmıştı.
Saka Hüseyini aldılar, katırı da arkasından çeke çeke kumandanlarının karşısına çıkardılar. Hüseyin önceleri çok korktuysa da, hissettirmedi. Yüzünde kocaman bir gülümsemeyle, ellerini kollarını sallıyor ve katırın üzerindeki su damacanalarını gösteriyordu.
İngiliz kumandan Hüseyin'in bu tuhaf neşesine bir anlam veremedi. "Tercüman bulunsun" diye emretti -Kimsin? Göğsünü kabartarak:
-Otuz Beşinci Piyade Alayı İkinci Bölükten Saka Eri Hayrabolulu Hüseyin, emret gavur kumandanı
-Burada ne işin var?
-Bu su damacanalarını kumandanım gönderdi. Git dedi. Yaralıları vardır. Su bizim tarafta kaldı gelip alamazlar, sevaptır. Eğer suyun zehirli olduğundan şüphe ederlerse de gözlerinin önünde bir tas iç.
Anzak teğmen kıpkırmızı kesildi. Bütün gün başlarına gülle yağdırdığı, taş üstünde taş, gövde üstünde baş kalmasın diye yapmadığını bırakmadığı insanlar, nasıl olurda..Bu akıl alacak iş miydi? Gözleri doldu. İlk iş Hüseyin'i tutup yanaklarından öpmek oldu. Oturtup biraz dinlendirdiler. Sonra suları katırdan indirip yerine paket paket sarma tütünü, çikolata, et konserve.. artık ellerinde ne varsa erzak, yığma yaptılar.
"Haydi, good bye, good bye, haydi!"
Hayrabollu Saka Hüseyin, gecenin karanlığında siperden sipere atlaya zıplaya alayının mıntıkasına vardı. Başından geçenleri bir bir anlattı. Gerçi Mehmetçik, domuz etidir diye ete konserveye dokunmadı ama diğer kumanya pek makbule geçti. O gece sessiz geçti. Saka Hüseyin, çehresine sabitlenmiş bir tebessümle yıldızları saya saya uyudu. Asker, yaralarını sardı, şehitlere dualar edildi ve Hüseyin'in cinliğini anlatıp anlatıp gülüştü. Bölük Kumandanı, Hayrabollu Hüseyini tebrik etti, alnından buseledi. "Harp sonunda göğsünde nişanını hazır bil" diye de müjdeledi.
Saka Hüseyin Çanakkale'den sağ sağlim memleketi Hayrabolu'ya döndü ve vefat ettiği 1975 yılına Hayrabolu'da yaşadı...
|